Ve bir de en büyük derdimiz, annemizin bize sevmediğimiz yemeği yedirmeye çalıştığı dakikalar.
Sahi ne çok yemek sevmezdik. Her gün köfte verseler hayır demezdik.
Peki ya şimdi?
Not: Kendi çocukluğunuzun sevilmeyen kahramanlarını bizimle paylaşabilirsiniz.
Baban mantar almış pazardan, onu pişiriyorum: Mantar
1,5 porsiyon mutlulukla, sokaktan eve geldiğimiz saniyelerde kurduğumuz “Anne yemekte ne var?” sorusunun hüzünlü yanıtıydı mantar. Büyüklerin neden sevdiğine dair hiçbir cevabımızın olmadığı, “Ya yutamıyorum ben bunu” cevaplarının ise bulutlara karıştığı, mutsuz akşam yemeklerinin sorumlusuydu mantar. Şimdi elimizde olsa bütün yemeklerin bir kenarına ekleyecek, her akşam kızartmasını yapacağız.
“Iyyk nasıl yiyorsunuz onu”: Kokoreç
Kokoreç, hiç tatmadan, kimsenin zoru olmadan yalnızca “Bu ne?” sorusuna aldığımız yanıtla yemediğimiz bir hataydı. Bakın yiyecek demiyoruz, hataydı. Büyüyünce vitrinde saklanılası, yanından ayırmayası bir arkadaş tarafından ısrarla yedirilince ne kadar büyük bir hata olduğu anlaşılıyor zaten. Hala yemeyen varsa doğru yolun çok uzakta olmadığını söyleyelim.
Hepimizin başına gelen: Kabak tatlısı sevme eşiği
Ekşi sözlük yazarlarının açtığı en güzel başlıklardan birini transfer ettik. Kabak tatlısı sevme eşiği, Türk yemek tarihinin en güzel tespiti olabilir. Nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte küçükken hiçbir türünün yüzüne bakmadığımız kabağın, bir gün kabak tatlısı halini sevmeye başlıyoruz birden. Durduk yere sanki. Sanki bir program bizde eksikmiş de belli bir yaşa gelince güncelleme alıyormuşuz gibi. Çok acayip.
Onu çocukken sevmek de ne bilim biraz şov sanki: İşkembe ve tayfası
“8 yaşında mı doğdun, insan bu yaşta mumbar dolması sever mi be evladım?” dedirtir, bu cümleyi kurana da hak verdirtir. Büyüyünce uğruna otobüslere binecek, Cumartesi gecesini heba etmeyi göze alacak, “İstanbul’da işkembe çorbası yapan yer yok be kardeşim” cümlelerini kuracağız zaten.
Zeytinyağı bu şehrin Batman’ı: Bamya
Ufakken pekmez, kereviz, enginar (onlar hala sevilmiyor) üçlüsünün en yakın arkadaşlarından biriydi bamya. “Ya bunun çocukları küçük küçük
var insanın ağzına geliyor” desek de kurtaramazdık kendimizi. Sonra zeytinyağlı bamyayla tanıştık, Rose’nin Jack’le, Asya’nın İlyas’la tanışması kıvamında bir tanışmaydı. Zeytinyağlı bamya neydi, zeytinyağlı bamya emekti, lezzetti.
Yumurtanın beyazı bile daha çok sevilirdi: Biber dolmasının biberi
Sevilmeyen yumurta beyazı, sütün kaymağı, tavuğun derisi, biber dolmasının biberi yanında Nutellalı kek kalır. Bir yemeğin bir parçası bir toplum tarafından bu kadar mı sevilmez? Bu kadar sevilmez. Ama şimdi “Ah bir biber dolması olsa da yalnızca biberini yesem” bile diyoruz, çaktırmayın.
Eğer hala sevmiyor olsaydık, bütün menüler yarımdı: Patlıcan
Pamuk şeker ne kadar güzelse patlıcanlı herhangi bir yemek o kadar güzel değildi küçükken. Görüntüden kaybediyordu çünkü patlıcan. O yaşımızda karnıyarık görünce ve bir de adını öğrenince patlıcan, sokakta oynanan her maçı bozan arkadaşımızın abisi kadar sevimli geliyordu gözümüze. Oysa ne büyük hataymış, patlıcanla yapılan onlarca güzel yemek varmış ve hepsi güzelmiş.
Ama Temel Reis vardı diyeni Kabasakal kovalasın: Ispanak
Ağzında pipoyla birlikte yediği ıspanakların bizi gaza getirmesi gerektiğini düşündüyse büyük yanılıyordu Temel Reis. Annemizin o nefis ıspanak tarifini bile beğenmezdik biz. Sonra günlerden bir gün önümüze bol yoğurtlu bir ıspanak kondu, bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
Onu nasıl sevdik bilen yok: Pırasa
Yeni ayakkabıların alınmama tehditi, sokağa çıkma yasağı ya da ağza acı biber sürme beyanatı… Hiçbiri bize pırasa yediremezdi. Görüntüsü, lezzeti, ismi hepsinin negatif çağrışımları vardı. Sonra büyüdük, pırasayı hele zeytinyağlı pırasayı çok sevdiğimizden dem vurur olduk… Bu durum biraz kabak tatlısına benziyor ama değil. Çünkü gerçekten samimi olan pırasa sevgimize hiç pırasa dahil olmamış gibi. Bir şekilde seviyoruz ama sanki hala yemiyoruz.
Çocukluktur diyip geçmeyin, pişmanlık bu: Balık
Damak tatlarımız büyüdükçe gelişecekti, denizden çıkıyordu; çocuk aklına pis geliyordu, kokuyordu ve onlarcası… Bahaneler bulabilirz yaptığımız hataya, affedilecek yanı yok aslında. Çocuk da olsa bir insan evladı nasıl balık sevmez diye düşünüyoruz, bir istavrit tava için 12 Adalar’dan vazgeçecek kıvamdayız şimdi.
Çorba insan ırkı büyüdükçe lezzetlenen bir şeymiş: Mercimek ve ezogelin kardeşler
Kuvvetle muhtemel bu ülke sınırları içerisinde, kişi başına en çok düşen çorba ezogelin çorbası ve mercimek çorbasıdır. Üstüne üstlük bu istatistikte çocukların hemen hemen hiçbir payı yoktur. Büyüyünce üzerlerine düşen görevi tamamlamak için beklemektedirler.
Perihan Savaş’ı izlemeyenler sevemedi: Taze fasulye
Bir kase çoban salata, bir tabak tereyağlı pilavla birlikte muhteşem olur taze fasulye. Peki çocuklar için? Eğer Bitirimler Sınıfı’nda Perihan Savaş’ın taze fasulye yemesini izledilerse, evet onlar için de muhteşem. Eğer izlememişlerse? Onları şöyle alalım o zaman.
Hiçbir şey bilmiyorsan kızart derler ya: Karnabahar
Eskilerin lafıdır. Her örnekte işleyip işlemediğini de onlar bilir ama karnabahar kızartması tarifinin onbinlerce insana karnabahar sevdirdiği doğrudur.
Ya ama kokuyor bu: Ciğer
Yemeğin lezzeti o kokudaydı elbet ama bilemedik, cahildik. Bir de dalak, böbrek vb gibi düşündük, bir kere daha uzak durduk. Sonra arnavut ciğeri ısındırdı bizi konuya, bir daha da soğuyamadık.